Çocuk daha okula gitmeden okumayı sökmeye başladı. Kese
kâğıtlarındaki gazete başlıklarını, arabaların plakalarını su gibi okuyordu.
Okula başlayacaktı, ama nüfus kâğıdı yoktu. Babası muhtardan bir yazı alıp Çarşamba günü Kandıra’ya gidecek, nüfus cüzdanını çıkartacaktı. Kandıra’nın
haftalık pazarı Çarşamba günleri kurulur ve sadece o gün sabah köyden erkenden otobüs
kalkar, öğle üzeri de köye dönerdi. Çocuk doğum tarihinin nüfus cüzdanına
dosdoğru yazılmasını istiyordu. Bir merakla annesini yakaladı.
-Ana sana bir şey sormak istiyorum.
-Sor çocuğum.
-Ana ben ne zaman doğdum?
-Bilmem ki oğlum!
-Hangi ayda, hangi mevsimde doğmuşum ana?
-Kim bilir…?
-Ana, benim doğduğum zaman gerçekleşen bir olay da mı aklına
gelmiyor? Gök gürler, seller akar, yıldırım düşer, sarı inek doğurur ne bileyim
kandil olur, mevlit okunur… böyle bir şey de mi olmadı?
Kadın elindeki örgü işini bıraktı, yakın gözlüklerinin
üzerinden çok uzaklara baktı.
-Çendikler’in Mustafa’nın anasını sakladıkları günün akşamı
doğdun, dedi. Karasu'ya fındık toplamaya köylüleri götüren traktör devrilmişti de oturdukları kasanın altında kalmıştı rahmetli Kezban abla.
Çocuk, Yeni
Mezarlık’a koştu. Aradığı mezar taşını buldu, yazıları örten otları küçük elleriyle
yoldu. Kocası Mustafa ile yıllar sonra aynı kaderi paylaştığı kadının da kocası
gibi trafik kazasında vefat ettiği acıklı bir şiirle belirtilen mezar taşının
başında, doğum tarihini netleştirdiği için küçük kalbinin derinliklerinden
gelen minnet duygusuyla üç kulhuvallah bir elham okudu.
Talihsiz kadının ölüm tarihini sevinçle bir daha okudu, onu hiç
unutmadı. 27.08.1966
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder