18 Eylül 2020 Cuma

PEMBE MAŞLAHLI HANIM’IN EVE DÖNÜŞÜ

 

             





Bu yılbaşında, 93 yaşında kaybettiğimiz, Kandıra’mızın ulu çınarlarından Dündar Uygur’un 1951 yılında Sakarya gazetesinde yayımlanmış Amerika Notları’nı okuyorum. Yazılardaki dilin edebi lezzeti ve kıvraklığının yanında bir de o genç yaşında yazarın nasıl böyle bilgili ve kültürlü olabileceği hakkında tahmin yürütüyorum. Herhalde diyorum Dündar Bey çok iyi tahsil görmüş olmalı, üniversitelerin edebiyat, felsefe veya gazetecilik  bölümlerinden birini bitirmiştir diye düşünüyorum. Sevgili oğlu Özkan Bey’e sordum, meğer Dündar Bey, Heybeliada'daki Deniz Lisesi'nden terk imiş, askeri okulun sıkı disiplinine ayak uyduramayıp babasına hayli yüklü tazminat ödetme bahasına öğrenim hayatına  nokta koymuş.  Ama nasıl olur, bu kültür, bu bilgi, bu ifade ediş yeteneği,  bugün çoğu üniversite mezununda yoktur billahi. O zamanlardaki ilk ve orta öğretimin kalitesinin yüksekliği yanında Dündar Bey'in gıpta ettiğimiz yazı zevki ve merakı biraz da ailenin kuşaktan kuşağa aktarılan çocuk yetiştirme alışkanlıklarından geliyormuş.  Babası, Kandıra’nın 11. Belediye Başkanı Ragıp Uygur, öyle yetiştirmiş, ailenin büyüklerinden edindiği okuma alışkanlığını çocuklarına aşılamış. Şimdi hâlâ konut olarak kullanılan Uygurların bahçeli ahşap tarihi evleri dışarıdan göreni bile Kandıra tarihi ve kültürü hakkında fikir sahibi yapar, hele o evin içi bir şehir müzesiymiş adeta. Evin bugünkü kullanıcısı Rüştü Uygur bu fakire açtı kapılarını, gözlerimle gördüm ve çok etkilendim, geçmiş ile anın ve geleceğin içiçeliğinden. Müzeler de kütüphaneler gibi insanlığın top yekun hafızaları değil midir ya. Tam sırası gelmişken telefonda, aile bireylerinin kültür ve bilgi düzeylerine dair  örnek bir anısını aktardı Özkan Bey. Bir gün telefonu çalıyor, arayan Kastamonu Sosyal Bilimler Lisesi Müdürü Ferdi Bey, iş yerimin telefon numarasını internetten bulmuşlar, Allah Allah ne işi olabilir ki benimle diyor haklı olarak, Özkan Bey. “Okulumuzdaki demirbaş kayıtlarına göre aileniz büyüklerinden Ragıp Uygur Bey’in Kandıra Kütüphanesine bağışladığı ve oradan da okulumuz kütüphanesine gönderildiği anlaşılan Pembe Maşlahlı Hanım kitabını okulumuzun kapatılması nedeniyle hatırasına değer vereceğinizi umarak size iade etmek istiyoruz. Adresinizi yazdırırsanız kitabı derhal gönderelim.”  “Nasıl sevinmez insan, nasıl gururlanmaz? Ebedi âlemden gelen ulvi bir sesti sanki o telefon; dedemin eliyle tuttuğu, belki kör kandil ışığında gözünün nurunu akıttığı kitap adresime yollanacak. Daha biz dünyada yokken evimizden telli duvaklı gelinliğiyle çıktığı anlatılan ve uzak şehirlerden zengin bir tüccarla evlenip  adını sanını unutturan büyük büyük halamızın uzun çok uzun yıllardan sonra baba ocağına dönüşünün örtülü hüznü gibi içimi bir tuhaf etti, bu kitap iade haberi. İki üç gün sonra da kargo teslim etti itinayla sarmalanmış paketi içinde Sermet Alus’un Pembe Maşlahlı Hanım romanını. Şimdi kitabı her elime alışımda ölmüş aile büyüklerimin  ellerini öpüyormuşum gibi bir his kaplıyor içimi.”

Tesadüfe bakın ki internette yaptığım küçük bir araştırma sonunda kitabın konusu ile bir nüshasının macerası arasındaki benzerliğe hayret ettim.  Selim İleri, “benim için dil, sözcük ustasıdır” dediği, şimdilerde iyiden iyiye unutulmuş Sermet Muhtar Alus’un Pembe Maşlahlı Hanım romanının konusunu Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar kitabında şöyle özetlemiş:  

“Gezinti yerlerinde, tiyatrolarda “Pembe Maşlahlı Hanım” diye ünlenmiş Hayriye’nin anlatımıyla kaleme getirilmiş eser, bir aşk ezginliği içinde II. Abdülhamit dönemi İstanbul’unu yaşatır.

Genç yaşta evlendirilen Hayriye kocası Şemsi tarafından sevilmez. Hemen her akşam zil zurna eve dönen Şemsi, ünlü kantocu Kamelya’ya aşıktır. Kantocu Kamelya’ya vurgun bir hafiye, kıskanıp Şemsi’yi ihbar edince genç adam Bulgarya’ya kaçar. Üvey ana elinde büyümüş, koca elinde sevilmemiş Hayriye için öç alma zamanı gelmiştir. Önce kayınbabasının evinden ayrılır, uzaktan akrabası ve geçmişi biraz karışık, hafifmeşrep Kanarya Hanım’la yaşamaya başlar. Artık gezinti eğlence yerlerinde çok gönüller yakmaktadır.  Şişman, evli Danıştay Üyesi Topaç Molla Bey, Pembe Maşlahlı’ya Sarıyer’de bir ev tutar, kendisi de bitişik eve taşınır. Ellilik Topaç Molla Bey’in gönül ve çapkınlık serüveni, annesinin rezalet çıkarması üzerine son bulur. Bitişik eve bu kez Topaç Molla’nın yaşlı babası Kazasker Dana Efendi taşınacak o da genç kadına gönül verecektir. Birtakım aile içi ve mahalle arası rezaletlere rağmen Hayriye öçlerini sürdürür. Hatta Kazasker hileli yollara başvurarak Pembe Maşlahlı’yı nikahına almıştır. Pembe Maşlahlı’nın evliliği bir müddet sürer. Meşrutiyet ilan edilince Dana Efendi’yle Topaç Molla apar topar Sinop’a sürülürler. Akıbetleri meçhuldür.

Şemsi, Ekrem Vildan adıyla, Hürriyet kahramanları arasında İstanbul’a döner. Bu, tırnak içinde  Hürriyet kahramanı, çok gönüller yakmış karısına şimdi aşık olmuştur. Roman eski karı-kocanın mutluluğuyla sona erer.”

Kütüphane kütüphane dolaşıp uzun çok uzun yıllar sonra Uygurların evine dönen kitabın serencamı ile Pembe Maşlahlı Hanım’ın başına gelenlerin handiyse tıpatıp çakışması karşısında ağzım açık kaldı.