Çıraklık Eğitim Merkezi'nin bahçesinde ilk kez iş yeri açanların almak zorunda oldukları belge için bir hafta süren sınavlara katılan sakallı yaşlı bir adam öğretmenlerden birinin dikkatini çekiyor, yaşlı adam elindeki portakalı bir simit eşliğinde yiyip öğle yemeğine katık yapıyor. Diğer sınav katılımcılarının çoğunun dedesi yaşındaki bu yaşlı adama dayanamayıp soruyor: Yahu sen ne sınavına giriyorsun bu yaşta? Ne üzerine iş yeri açacaksın. Adam uzun bir solup çekip içine "Off diyor Hocam, siz benim hayat hikayemi bilseniz , sınav yapmadan istediğim belgeyi verirsiniz bana." Neymiş senin hikayen hele anlat bakalım. Nerelisin, hangi köydensin sen? A... kasabasının Ç... köyündenim Hocam. Ç... köyünün adını duyunca öğretmenin merakı daha da artıyor zira bu köyün adını yakın zaman önce ülkenin en fakir, en geri kalmış köyü diye bir televizyon programında yakın zamanda izlemiş, bu devirde bu fakirlik olacak şey değil dediğini hatırlamıştı. O programdan hafızasında yer eden görüntüler, eski derme çatma ahşap bir yer odasının toprak zemininin tam ortasına ulu orta büyükçe bir sacayağı konmuş, altındaki odunlar tutuşturulmuş, üstündeki kazanda hem çorba kaynatılıyor hem de o ateşin etrafa yaydığı sıcaklıkla ısınılıyor. Yer odasının duvarları öyle karanlık ki kapıdan pencereden sanki içeriye karanlık ve yoksulluk dolmuş. Program yapımcısı ünlü spiker daha sonra Ç... köyünün muhtarının evinde yediği tereyağlı bulgur pilavının lezzetini anlata anlata bitirememişti. Gel öğretmenler odasına orada sana bir de çay söyleyeyim de anlat hele.
Yaşlı adam, çöktüğü sandalyeye eğreti oturdu, önüne çay gelince başlayayım mı Hocam? dedi. Başla. İhtiyar adam söze "Ben doğarken anamı öldürmüşüm" cümlesiyle başladı. Babasını ne biz sorduk ne o anlattı. Kimi kimsesi yakın uzak akrabası yokmuş garibin. Köyde kendisi gibi kimsesiz yaşlı bir kadın büyütmüş bu yeni doğan oğlanı. Üzerine elbise olarak uzun bir fistanı giyermiş yaz kış ayağında ayakkabı diye bir şey hatırlamıyor, yalın ayak yayan yapıldak gezermiş köyün kırlarında çamurlu yollarında. Sekiz on yaşlarına gelince köylünün tekelerini güdermiş. Köyde okul da yokmuş cami de. Yalnız gelenden geçenden kulağına çalınmış şehir diye bir yer varmış, orası çok büyükmüş, muhtar ara sıra at sırtında şehre gider, dönüşünde torunlarına şeker getirirmiş, bisküvi getirirmiş, hele o muhtarın torunlarından biri iki bisküvinin arasına lokum gerermiş de gerim gerim yer imiş garibin karşısında, Adem'i bir merak sararmış ne yapıp edecek gidecek şehre, tadacak o şekerlerden, helvalardan daha nelerden... Bir sabah köy çıkışında şehre giden muhtarın önünü kesmiş: é Muhtar emmi, muhtar emmi, beni de şehre götürün mü? Gel, gel götürürüm demiş muhtar, sevinçle yanına koşunca da "ülen it kopuğu, şehir kim sen kim, haydi oradan" diye bağırıp kulak tozuna iki okkalı tokat aşk etmiş, senin ki şakağını iki eliyle tuta tuta nenesinin kulübesine kaçmış. Kaçmış ama şehir hevesi kursağında yer etmeye devam etmiş, büyümüş de büyümüş... Kafaya koymuş, ne yapıp edecek Adem şehre gidecek. Yine bir sabah muhtar kulübenin önünden atının nallarını şakırdata şakırdata geçermiş. Bu kesin şehre gidiyor herhalde diye geçirmiş Adem içinden, biraz gerisinden giderim, ona görünmeden şehre varırım demiş ve muhtarın ardında yola koyulmuş. Dere tepe düz gitmişler, akşam karanlığında sokaklarında ışıklar görünen kalabalık şehre gelmişler. Ne çok ev var burada yahu ne çok ağaç, arabalar, insanlar... en çok da gürültü çok bu şehirde bir de Allahuekber diye başlayıp hiç anlamadığı şeyler söylermiş biri, bakmış ses yukarıdan geliyor, upuzun bir kuleden. Köylerinde ne cami ne okul hiçbir şey yokmuş ki. O kalabalık içinde Adem, muhtar emmisinin izini kaybetmiş, ışıl ışıl kap kacakların olduğu, tak tuk teneke seslerinin çok olduğu sokaklarda dolaşmış durmuş, vakit ilerlemiş, dükkanlar kapanmış, el ayak ortalıktan çekilmiş, bizimki de bir dükkanın önünde boş bulduğu vitrin tezgahına kıvrılmış, orada uyuyabilirse sabahın kısa olacağını geçirmiş aklı sıra ama iki adam gelmişler yanına dürtmüşler Adem'i, kalk bakalım hemşerim kimsin, burada işin ne? Burasının nere olduğunu bilmem demiş Adem uyumak istemiştim yalnız. Otel değil ki burası, Bezirgan Çarşısı, yatamazsın burada. Doğrusu Adem, karşısındakilerin konuşmalarından pek bir şey anlamamış, otel nedir, bezirgan ne çarşı ne...insan köydeki gibi kerevete uzanıp uyuyamaz mı keyfince? Kime zararım dokunur ki diyormuş ama hırsızlık için çarşıya girmediğini de anlatmaya dili dönmeyince bekçiler Adem'i karakola götürmüşler. Nöbetçi polis onu parmaklıkların ardına kilitlemiş ama Adem burayı hiç olmazsa sıcak ve uzanılacak bir şilte var diye daha da sevmiş. Polis ona ekmek arasında kaşar peyniri de uzatmış, daha ne olsun diye geçirmiş aklından, vurmuş kafayı şilteye deliksiz uyumuş. Sabah, kendisine geceleyin ekmek uzatan polis "kalk bakalım Adem, seni komiserim görecek" demiş. Meğer bu komiser dedikleri muhtardan da sert bakışlı, yüzü hiç gülmez bir adam. Önce ayağa kaldırdı beni, sıyır bakayım şu eteklerini oğlum içine bir şey giymemişsin galiba, dedi. Size buraya kadar anlattıklarımı komisere de anlattım. Hırsız olmadığımı, hiç suç işlemediğimi anlayınca o sert bakışlı komiser merhamet ağacı oldu da gölgesine aldı beni. Beni yanına getiren polis memuruna, bunu önce hamama götürün oğlum, iyice temizlensin, sonra manifaturacı Hacı Mehmet Ağa'ya götürüp giyindirin, masrafları benim hesabıma yazsın. Komiserimin tavsiyesiyle Manifaturacı Hacı Mehmet Emmi beni yanına azaplığa aldı, mağazanın ve evini getir götür işlerini yapıyorum, akşamları da evinin bahçesindeki kulübede kalıyorum. Rahatlık mı battı köydeki nenemi mi özledim, bir müddet sonra usandım şehirden, köye gittim sahibime haber bile vermeden. Yürüyerek tabi, şimdiki gibi minibüs nerede, yol da yoktu böyle asfalt, arabanın ası yok. Tam köye girmek üzereydim ki askerler yolu kesmişler, nüfus cüzdanı sordular, yok, askerlik vakti gelmiştir bunun deyip alıkoydular beni, gerisin geri şehre getirdiler, askerlik şubesinde kaldım birkaç gün. Sonra askere gönderildim, Artvin'in Ardanuç ilçesine. Ne kadar askerlik yaptım? Üç yıl sürdü herhalde. Askerlik dönüşü yine Hacı Mehmet Emmi'ye geldim, manifatura mağazasına ama beni komisere gönderdi. Komiser de dur hele oğlum bakarız çaresine dedi bir okula hademe yazdırdı beni. Okul müdürüne de sevdirdim kendimi, evlendirdi beni. Ellerinizden öper, bir kızım bir oğlum oldu. İkisi de üniversite okudular işlerini ellerine aldılar kız evlendi, iki torun verdi bize, oğlan da bilgisayar mühendisi... Hayatım değişti, o okuldaki öğretmenlerden, çocuklardan okuma yazma da öğrendim, birazcık da askerde sökmüştüm yazıyı zaten. Emekli oldum Milli Eğitim'den Hocam, okulda bu yatırım banka borsa işlerinden anlayan bir hocamız vardı, Latif Hoca, "toprak al" dedi emekli ikramiyemle bana, onu dinledim, şehrin epeyi uzağından iki dönüm tarla aldım, bahçe yaptım. Şehir benim tarlaya doğru genişledi, müteahhitler geldiler, 12 daire verdiler. İşte böyle. İyi de Adem amca yaşın gelmiş seksene ununu elemişsin eleğini assana duvara, daha ne işin var dükkan açmakta Allah aşkına. Ne yapayım öğretmenlerim?, Geçen yıl hanımı toprağa verdim, çocuklar da uzakta, doğduğum günkü gibi yapayalnız kaldım, yine sağ olsun Latif Hoca'ya danıştım, bizim okulun yakınında bir boş dükkan var, oraya kırtasiye dükkanı aç dedi, aklıma yattı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder